Çevremizde sayısız insan görürüz: Sağlıklı olanlar, hasta olanlar, gençler, yaşlılar, başarıyı yakalamış olanlar ve hayat mücadelesi verenler.
Görünüşte ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, aslında hepsinin ortak bir noktası vardır: Onların yüzlerine baktığınızda, her birinin kendine özgü, anlatılmaya değer bir hayat hikayesine sahip olduğunu hemen hissedersiniz. Kiminin kafede sadece bir çay alacak parası vardır. Çayını alır ama o kadar düşüncelidir ki çayını içmeden soğutur. Kimi parkta oturur dallarda uçan kuşun cıvıltısını dahi duyamayacak haldedir.
Bu hikayeleri şekillendiren ise, hayatımız boyunca zihnimizde ürettiğimiz düşüncelerdir; bunlar, bizim nasıl bir insan olduğumuza dair izlenimi başkalarına yansıtır. Aynı şekilde, su girdiği kabın şeklini alması gibi, yaşadığımız çevre ve deneyimlediğimiz her şey zamanla bir araya gelerek kişiliğimizin temel yapı taşlarını oluşturur.
Evin içine hava ve güneş ışığının girmesini engellediğinizde, o mekanda huzur ve ferahlık kalmaz. Karanlığa gömülen ev, zamanla kötü kokular yaymaya ve rutubetlenmeye başlar. Tıpkı bunun gibi, ruhumuza pozitif düşüncelerin girmesine izin vermemek de iç dünyamızı karartır ve yıpratır.
Yüzünüzü güneşe dönmeden yüreğiniz aydınlanmaz, bedeniniz canlı, mutlu ve huzur dolu olmadan sağlıklı bir zihne sahip olamazsınız. Pencereden güneş girmediğinde nasıl doktor kapıdan giriyorsa, duygularınızı olumlu sıfatlarla beslemezseniz zihninizdeki huzur ve mutluluk sizi terk eder siz psikologların kapısını çalmaya başlarsınız.
Bu kişisel oluşum süreci, tıpkı bir bitkinin topraktan filizlenip çevresel koşullara göre boy atması ve büyümesi gibidir. Biz de hayatımız boyunca öğrendiklerimizi, yaşadıklarımızı ve gözlemlediklerimizi harmanlayarak duygusal dünyamızı geliştirir ve olgunlaştırırız.
Ancak bu gelişimin önünde ciddi engeller de bulunur: Hayata karşı tembel, isteksiz bir tutum sergileyen ve her çözümde sorun arayan kişiler, ne yazık ki acı ve mutsuzluktan kolay kolay kurtulamazlar. Bu tür olumsuz özellikler, tıpkı ağacın özünü yavaşça tüketen zararlı kurtçuklar gibidir; kişinin psikolojisini zamanla yıpratır. Sonuç olarak, bu bireyler hayattan zevk alma yeteneğini kaybeder ve mutsuz bir döngüye girerler. Bu nedenle, hikayemizin yönünü belirlemek için pozitif düşünce ve kararlılıkla hareket etmeliyiz.
Sürekli olarak şüphe, tedirginlik, korkaklık, tembellik gibi yazamadığım olumsuz sıfatlar kişilerin aklında yuvalanmaya başlayınca duygularınızın çevresine demir parmaklıklar örmeye başlarız. Zamanla duygularınız dış dünyaya kapanır. Buna paralel olarak duygularınız fiziksel durumunuzu da etkiler diğer insanlar sizden uzaklaşır yalnız kalmaya başlarsınız. Sonrasında normal hayatta hapis hayatı yaşarsınız. Üstelikte düşünceleriniz de habis olmaya başlar. Sonrasında yavaş yavaş yaşarken karadeliğe doğru adım adım yaklaşırsınız. O karadeliğe bir girdiniz mi bir daha çıkamazsınız.
Dışarıdan gelen fiziksel mikroplar bile sizi tamamen yıkamayabilir; ancak, zihninize yerleşen olumsuz duygular (tembellik, dedikodu, kıskançlık, haset, kin ve nefret gibi) çok daha tehlikelidir. Bu yıkıcı özellikler, aklınıza yuvalandığı an, kendi iradenizle vücudunuza bir Truva atı sokmuş olursunuz. Bu durum, kişiyi içeriden çürüten ve onu savunmasız bırakan sinsi bir yıkımın başlangıcıdır.
