Vizyon Kuyumcu
Hakan DİNÇAY
Köşe Yazarı
Hakan DİNÇAY
 

Akıl ve Risk

Çocukluğumun geçtiği mahallede evimizin olduğu sokakta yarım kalmış bir inşaat vardı. O inşaat mahallenin çocukları için oyun alanı gibiydi. O zamanlar internet yok, cep telefonu yok, kısacası teknoloji bu kadar içimize girmiş değil. Yani bütün çocuklar analog yaşıyor. Chat yok, dudaklar var; forum siteleri meeting siteleri, kısa kısa cümlelerle dijital ortamda kendimizi anlatmak yok karşılıklı dokunarak hissederek tattığımız sohbetler var. Teknolojinin bu kadar içimize girmediği yıllar. Kırkbeş, elli yıl öncesinden bahsediyorum. O yıllar da belli başlı oynayacağımız birkaç oyun vardı. Kızlar çin-çan oynardı erkekler misket, z kuşağı bu oyunları biliyor mu bilmiyorum. Oyunlar bugünkü kadar çeşitli değildi birkaç oyun olurdu ve her gün o birkaç oyunu oynardık. Bu oyunları oynadıktan sonra sıkılır kendimize yeni oyunlar icat ederdik. İcat ettiğimiz bir oyun vardı. Terk edilmiş yarım kalmış inşaat sahasında icat ettiğimiz bir oyunu asla unutmam. O oyun benim kişiliğimin taşı olmuştur. Çocuklar oyun oynayarak ne çok şey öğreniyormuş, o an anlayamamıştım ama oynadığım o oyunun kıymeti bilinç altıma işlendikçe şimdi daha iyi anlıyorum. O zamanlar kız çocukları çin-çan denen bir oyun oynardı. Çin-çan oyunu, o zamanlar kız çocukları arasında sevilen bir oyundu. Dikkat ve yoğunlaşmayı geliştiren bir oyundu. Kız oyuncular belli kurallar içinde bir ip kullanarak birbirleriyle yarışırdı. Karşı karşıya iki kız geçiyor bacaklarına ip geçiriyorlar biri bir tarafta diğeri öteki tarafta olan iki kız geri geri gidiyor bacaklarına takılı ipi geriyordu. Ortada olan kız ipin bir sağına bir soluna atlıyordu. Bunları yaparken de ipe basmaması gerekiyordu. İpe bastığı anda yanıyordu. Ortadaki kız her aşamayı geçtiğinde ip biraz daha yükseltiliyordu. İp yükseldikçe ipin sağına ve soluna zıplamak zorlaşıyordu. Kızın yanma olasılığı artıyordu. Zıplarken ipe yanlışlıkla basarsa kız oyunu kaybediyor. diğer kızla yer değiştiriyordu. Bu oyun, fiziksel hareketin yanı sıra akıl ve düşünce becerilerinin gelişimini de sağlıyordu. O zamanlar inşaatta bu oyunu oynamaya karar verdik ama farklı bir şekilde. İnşaatta iki metre boyunda kalın iki kalas bulduk. Sonra kalas uzunluğu kadar mesafeye yaklaşık 20 cm civarı kalın iki tuğla koyduk. Kalasıda üzerine yerleştirdik. Kalas yerden 20 cm yükseklikteydi. Mahallenin tüm çocukları kalasın bir ucundan öteki ucuna yürüyordu. Kalasın üstünde yürürken dengesini kaybeden olursa o çocuk eleniyordu. Başta tuğla az ve kalaslar yere yakın olduğu için herkes rahat bir şekilde yürüyordu. Bütün herkes oyunu geçiyordu. Ama kalasın altına 20 cm lik tuğlalar kondukça kalasın yüksekliği artmaya başlıyordu. Kalasın bir tarafından öteki tarafa geçmek riskli olmaya başlıyordu. Korkudan kalasın yarısında yere atlayan olduğunda o çocuk eleniyordu. Artık kalasın altına dik bir şekilde altıncı veya yedinci tuğlayı koyduk kalas yerden iyice yükselmişti. Çocuklar kalasın üzerinde yürürken korkmaya başladı. Korku duygusu yüzünden çocuklar hata yapmaya başladı. Oyunu geçen çocuk sayısı iyice azaldı. Oyun ilerliyor ve zorlaşmaya başlıyordu. Kalas bir çocuk için çok yüksek olmaya başladı. Artık başlangıç kısmına merdiven koymaya başladık. Oyun başladı çocuğun teki kalasın üzerinde yürürken dengesini kaybetti ve kalastan aşağı düştü. Ayağını incitti, düşen çocuğun canı yandı. Ucuz atlattı, ayağı kırılmadı, sadece incindi. Böyle olunca oyunu bırakmak zorunda kaldık. Bu oyundan sonra aradan nerede ise kırk beş yıl geçti. Yaz akşamındayız hava sıcak uyku tutmadı, Balkona çıktım. Kendime bir çay yaptım hem çayımı yudumluyorum hem de kırk beş yıl önce yaptığımız yaramazlığı düşünüyordum. İş hayatımızda böyle değil mi? Hayatımız boyunca yaptığımız işlerin zorluğu ve riski kalasların altına konan tuğla sayısı ile orantılı değil mi? Çok arkadaşım üniversiteyi bitirdi. Hayatta risk almayan arkadaşlarım buna ben de dahil yürüdüğümüz iş hayatında altına iki tuğla olduğunu düşünerek yürüdük. Risk almadık, her şeyden önemlisi kafamızı çalıştırmadan iş hayatımıza devam ettik. Olanlarla yetindim, kendim bir şey katmadım. İş hayatında risk almadan çalıştım. Başkaları beni yönetti bende verileni yaptım. Sonuç karınca kararınca bir yaşam aldığım bana yetiyordu. İş hayatı da böyle değil mi? Altında bir veya iki tuğla olan yolda yürümek gibi, risk almadan çalışmak, yaratmadan çalışmak. Patronlarım oldu ama ben patron olamadım. Patronlarımın verdiği maaşlarla ocağımı tüttürdüm. Risk almadan azıcık aşım kaygısız başım misali. Ben hiç düşme korkusu yaşamadım. Çok çalıştım bana verilen görevleri layıkıyla yaptım. Ne uzadım ne kısaldım. Ama bazı arkadaşlarım benim gibi düşünmedi. Onlar kalasın altındaki tuğla sayısını artırdı. Risk aldı gördüm ki onların seviyesinde fazla insan yoktu. Kimi korkup o yüksekte yürümekten vaz geçmiş kimi de  yüksekten aşağı düşmüştü. Böyle çıtasını yükselten arkadaşlarımdan biri benim misafirim oldu. Ailece geldiler bizde kaldılar. Bu kişi risk alıyordu, buna paralel olarak kazancıda bir o kadar artıyordu. Ama bazı arkadaşlarım risk alıp yüksekten düşende olmuştu. İşini kaybedip zarar edende olmuştu. Onlardan biri lüks arabası ile bizim misafirimiz oldu. Giyimi ve kuşamı göz kamaştırıyordu. Hep o konuşuyordu bense hep dinliyordum. Dünyayı anlatıyordu, bakış açısı değişmişti. Yükseklerde yürüdüğü için en uzağı görebiliyordu. Ben onu hep dinledim, Bana anlattığı bir nokta dikkatimi çekti. Bulunduğu yere kolay gelmediğini risk aldığını söyledi. Onunla beraber yola çıkanların ise geride kaldığını söyledi. Hatta içlerinden bazılarının da perişan olduğunu söyledi. Bana söylediği şu kelime aklımdan çıkmadı. "Ben hep aklımı kullandım." dedi. Onunla aynı okuldan mezun olduk, aynı dersleri aldık, aynı notları aldık. Aynı zamanlarda mezun olduk. Aramızda ki terk fark o cesaretli idi. Hocaların yanına gider korkmadan hocalara sorular sorardı. Atılgandı gözü pekti. Onun bu huyu herkesin önüne geçmesini sağladı. Aklını ve mantığını kullanır, duygularını kullanmazdı. Onu bu alışkanlığı çok kişinin önüne geçmesini sağladı. O gün arkadaşıma gıpta ile baktım. İçimden şunu geçirdim. “Önemli olan zeka değil, mevcut zekanı nasıl kullandığın.  Çok bilgili olmak önemli ama elde ettiğin bilgiyi yaratıcı bir şekle dönüştürmek daha önemli. Bildiğini ve öğrendiğini kullanarak harekete geçersen öğrendiklerin akılda daha da kalıcı oluyor. Hata yapılabilir ama hata yapmayan insan hiç bir zaman ilerleme kaydedemez. En önemlisi de parlak fikirleri risk alarak kullanmak başkalarının tecrübelerinden yararlanmak başkalarının tecrübelerini kendi tecrübelerinle birleştirince yaratıcı fikirlerini taçlandırmış oluyorsun.” 
Ekleme Tarihi: 27 June 2025 - Friday
Hakan DİNÇAY

Akıl ve Risk

Çocukluğumun geçtiği mahallede evimizin olduğu sokakta yarım kalmış bir inşaat vardı. O inşaat mahallenin çocukları için oyun alanı gibiydi.

O zamanlar internet yok, cep telefonu yok, kısacası teknoloji bu kadar içimize girmiş değil. Yani bütün çocuklar analog yaşıyor. Chat yok, dudaklar var; forum siteleri meeting siteleri, kısa kısa cümlelerle dijital ortamda kendimizi anlatmak yok karşılıklı dokunarak hissederek tattığımız sohbetler var.

Teknolojinin bu kadar içimize girmediği yıllar. Kırkbeş, elli yıl öncesinden bahsediyorum. O yıllar da belli başlı oynayacağımız birkaç oyun vardı. Kızlar çin-çan oynardı erkekler misket, z kuşağı bu oyunları biliyor mu bilmiyorum. Oyunlar bugünkü kadar çeşitli değildi birkaç oyun olurdu ve her gün o birkaç oyunu oynardık. Bu oyunları oynadıktan sonra sıkılır kendimize yeni oyunlar icat ederdik.

İcat ettiğimiz bir oyun vardı. Terk edilmiş yarım kalmış inşaat sahasında icat ettiğimiz bir oyunu asla unutmam. O oyun benim kişiliğimin taşı olmuştur. Çocuklar oyun oynayarak ne çok şey öğreniyormuş, o an anlayamamıştım ama oynadığım o oyunun kıymeti bilinç altıma işlendikçe şimdi daha iyi anlıyorum.

O zamanlar kız çocukları çin-çan denen bir oyun oynardı. Çin-çan oyunu, o zamanlar kız çocukları arasında sevilen bir oyundu. Dikkat ve yoğunlaşmayı geliştiren bir oyundu. Kız oyuncular belli kurallar içinde bir ip kullanarak birbirleriyle yarışırdı. Karşı karşıya iki kız geçiyor bacaklarına ip geçiriyorlar biri bir tarafta diğeri öteki tarafta olan iki kız geri geri gidiyor bacaklarına takılı ipi geriyordu. Ortada olan kız ipin bir sağına bir soluna atlıyordu. Bunları yaparken de ipe basmaması gerekiyordu. İpe bastığı anda yanıyordu. Ortadaki kız her aşamayı geçtiğinde ip biraz daha yükseltiliyordu. İp yükseldikçe ipin sağına ve soluna zıplamak zorlaşıyordu. Kızın yanma olasılığı artıyordu. Zıplarken ipe yanlışlıkla basarsa kız oyunu kaybediyor. diğer kızla yer değiştiriyordu. Bu oyun, fiziksel hareketin yanı sıra akıl ve düşünce becerilerinin gelişimini de sağlıyordu.

O zamanlar inşaatta bu oyunu oynamaya karar verdik ama farklı bir şekilde. İnşaatta iki metre boyunda kalın iki kalas bulduk. Sonra kalas uzunluğu kadar mesafeye yaklaşık 20 cm civarı kalın iki tuğla koyduk. Kalasıda üzerine yerleştirdik. Kalas yerden 20 cm yükseklikteydi. Mahallenin tüm çocukları kalasın bir ucundan öteki ucuna yürüyordu. Kalasın üstünde yürürken dengesini kaybeden olursa o çocuk eleniyordu. Başta tuğla az ve kalaslar yere yakın olduğu için herkes rahat bir şekilde yürüyordu. Bütün herkes oyunu geçiyordu. Ama kalasın altına 20 cm lik tuğlalar kondukça kalasın yüksekliği artmaya başlıyordu. Kalasın bir tarafından öteki tarafa geçmek riskli olmaya başlıyordu. Korkudan kalasın yarısında yere atlayan olduğunda o çocuk eleniyordu. Artık kalasın altına dik bir şekilde altıncı veya yedinci tuğlayı koyduk kalas yerden iyice yükselmişti. Çocuklar kalasın üzerinde yürürken korkmaya başladı.

Korku duygusu yüzünden çocuklar hata yapmaya başladı. Oyunu geçen çocuk sayısı iyice azaldı. Oyun ilerliyor ve zorlaşmaya başlıyordu. Kalas bir çocuk için çok yüksek olmaya başladı. Artık başlangıç kısmına merdiven koymaya başladık. Oyun başladı çocuğun teki kalasın üzerinde yürürken dengesini kaybetti ve kalastan aşağı düştü. Ayağını incitti, düşen çocuğun canı yandı. Ucuz atlattı, ayağı kırılmadı, sadece incindi. Böyle olunca oyunu bırakmak zorunda kaldık.

Bu oyundan sonra aradan nerede ise kırk beş yıl geçti. Yaz akşamındayız hava sıcak uyku tutmadı,

Balkona çıktım. Kendime bir çay yaptım hem çayımı yudumluyorum hem de kırk beş yıl önce yaptığımız yaramazlığı düşünüyordum.

İş hayatımızda böyle değil mi? Hayatımız boyunca yaptığımız işlerin zorluğu ve riski kalasların altına konan tuğla sayısı ile orantılı değil mi? Çok arkadaşım üniversiteyi bitirdi. Hayatta risk almayan arkadaşlarım buna ben de dahil yürüdüğümüz iş hayatında altına iki tuğla olduğunu düşünerek yürüdük. Risk almadık, her şeyden önemlisi kafamızı çalıştırmadan iş hayatımıza devam ettik. Olanlarla yetindim, kendim bir şey katmadım.

İş hayatında risk almadan çalıştım. Başkaları beni yönetti bende verileni yaptım. Sonuç karınca kararınca bir yaşam aldığım bana yetiyordu. İş hayatı da böyle değil mi? Altında bir veya iki tuğla olan yolda yürümek gibi, risk almadan çalışmak, yaratmadan çalışmak. Patronlarım oldu ama ben patron olamadım. Patronlarımın verdiği maaşlarla ocağımı tüttürdüm. Risk almadan azıcık aşım kaygısız başım misali. Ben hiç düşme korkusu yaşamadım.

Çok çalıştım bana verilen görevleri layıkıyla yaptım. Ne uzadım ne kısaldım. Ama bazı arkadaşlarım benim gibi düşünmedi. Onlar kalasın altındaki tuğla sayısını artırdı. Risk aldı gördüm ki onların seviyesinde fazla insan yoktu. Kimi korkup o yüksekte yürümekten vaz geçmiş kimi de  yüksekten aşağı düşmüştü.

Böyle çıtasını yükselten arkadaşlarımdan biri benim misafirim oldu. Ailece geldiler bizde kaldılar.

Bu kişi risk alıyordu, buna paralel olarak kazancıda bir o kadar artıyordu. Ama bazı arkadaşlarım risk alıp yüksekten düşende olmuştu. İşini kaybedip zarar edende olmuştu. Onlardan biri lüks arabası ile bizim misafirimiz oldu. Giyimi ve kuşamı göz kamaştırıyordu. Hep o konuşuyordu bense hep dinliyordum. Dünyayı anlatıyordu, bakış açısı değişmişti. Yükseklerde yürüdüğü için en uzağı görebiliyordu.

Ben onu hep dinledim, Bana anlattığı bir nokta dikkatimi çekti. Bulunduğu yere kolay gelmediğini risk aldığını söyledi. Onunla beraber yola çıkanların ise geride kaldığını söyledi. Hatta içlerinden bazılarının da perişan olduğunu söyledi. Bana söylediği şu kelime aklımdan çıkmadı.

"Ben hep aklımı kullandım." dedi.

Onunla aynı okuldan mezun olduk, aynı dersleri aldık, aynı notları aldık. Aynı zamanlarda mezun olduk. Aramızda ki terk fark o cesaretli idi. Hocaların yanına gider korkmadan hocalara sorular sorardı. Atılgandı gözü pekti. Onun bu huyu herkesin önüne geçmesini sağladı. Aklını ve mantığını kullanır, duygularını kullanmazdı. Onu bu alışkanlığı çok kişinin önüne geçmesini sağladı.

O gün arkadaşıma gıpta ile baktım. İçimden şunu geçirdim.

“Önemli olan zeka değil, mevcut zekanı nasıl kullandığın.  Çok bilgili olmak önemli ama elde ettiğin bilgiyi yaratıcı bir şekle dönüştürmek daha önemli. Bildiğini ve öğrendiğini kullanarak harekete geçersen öğrendiklerin akılda daha da kalıcı oluyor. Hata yapılabilir ama hata yapmayan insan hiç bir zaman ilerleme kaydedemez. En önemlisi de parlak fikirleri risk alarak kullanmak başkalarının tecrübelerinden yararlanmak başkalarının tecrübelerini kendi tecrübelerinle birleştirince yaratıcı fikirlerini taçlandırmış oluyorsun.” 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.