Vizyon Kuyumcu
Hakan DİNÇAY
Köşe Yazarı
Hakan DİNÇAY
 

Akıl, İntikamdan Kesindir

Memleketimde yaşadığım çocukluk günlerinde, evlerimizin duvarları o kadar kalın değildi. Annem çarşıya çıktığında çoğu zaman kapıyı kilitlemeyi unuttuğu zamanlardı. Komşularımız bize gelmek istediğinde veya biz komşumuza gitmek istediğimizde önceden söz almadan gittiğimiz günlerden bir yaz günü idi. Komşumun oğlunun tarlası ile bizim tarlamız yan yana idi. Tarlada işlerimiz olurdu, haftada iki veya üç defa arkadaşımla tarlalamıza yürüyerek giderdik. Dağ yolu patika gibi bir yol, yol taşlı etrafı kocaman otlarla çevrili, o patika gibi yoldan ne bir araba geçer nede bir motorlu taşıt geçebilirdi. Ancak eşeği olan o yolu kullanabilirdi yada bizim gibi yürüyerek gidenler kullanabilirdi. Arkadaşımla beraber o yolda yürüyoruz. Güneş yavaş yavaş yükseliyordu, patikanın etrafı otların ablukasında, taşlı yolda sohbet ede ede giderken arkadaşım bir anda durdu. Sanki film seyrederken film şeridi takılınca film nasıl sabit bir şekilde durursa arkadaşım da sabit bir şekilde durdu. Ne olduğunu anlayamadım ona baktım. -Neden durdun, dedim. Elini kaldırdı ve heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı. -Sus, hareket etme!.. -Neden, ne oldu. -Sus dedim, ölmek mi istiyorsun. -Ne ölmesi kafayı mı yedin sen. Kıpırdamıyordu, yüzü de sararmıştı, eli titremeye başladı, alnı terledi ama bu ter güneşin sıcaklığından değildi. Sadece bana şunu dedi. -Kafanı döndür sağdaki otların arasında sana bakana bak.. Kafamı döndürdüm, sağımdaki otlara baktım, otların üzerindeki canlıyı görünce bende olduğum yerde dondum. Sıcak havada resmen buz tuttum. Nasıl bir denizaltı denizin altından periskobunu denizin üstüne çıkarıp etrafı inceliyorsa aynı deniz altı periskopu gibi ince uzun bir boynun ucunda balyoz gibi bir kafa otların içinden başını yukarıya kaldırmış bizi izliyordu. Bakarken de  üçgen şeklindeki dilini bir çıkarıp bir sokarak etraftaki havanın durumunu kontrol ediyordu. Denizaltı, denizin üstündeki gemiye periskobu ile bakıp nasıl torpidosunu ayarlıyorsa bize bakan bilek kadar kalın hortum gibi uzun siyah nesne kafasını torpido gibi kullanıp dişlerini ayaklarımıza geçirip zehrini dökmenin planını yapıyor gibiydi.   Mesafe bir metreden azdı. Kafasını ayağımıza nişanlasa torpido gibi ayağımıza dişlerini geçirebilir zehrini akıtabilirdi. O an babamın bana dedikleri aklıma geldi. “Oğlum; dağda, derede yılan görürsen sakın ona zarar verme, sen ona zarar vermezsen o sana bir şey yapmaz.” demişti. Onun dedikleri aklıma geldi sabit bir şekilde hiç bir şey yapmadan durduk. Biz sıcak havada buz gibi terlerken o sıcak havada bize doğru sürüne sürüne gelmeye başladı. Kalın bir hortumun sürüne sürüne gelmesi misali balyoz gibi kafasından üçgen şeklinde dili  çıktı. Sonra patikanın karşı tarafındaki otların arasından sürünerek kayboldu gitti. Günler geçti çok korkmama rağmen tarlaya giderken o yolu kullanmaya devam edip durdum.  Biliyordum “Ben yılana zarar vermezsem oda bana zarar vermez.” Arkadaşım o yolu hiç ama hiç kullanmadı. Korku dağları, aklını esir almıştı. Arkadaşım ne zaman kendi tarlasına gitmek istese yolu uzatır başka yerlerden giderdi. Kafasına yer etmiş o canavarı görmekten korkardı. Çalılıkların arasında gördüğümüz o yılanı ben bir daha hiç görmedim ama arkadaşım yolun kenarında otların arasından bize buz gibi bakan yılanın bakışını unutamamış, ömrü boyunca aklından silememişti. Yılan bize fiziksel anlamda zarar vermemişti ama arkadaşımın aklına o yılan çöreklenmiş ve aklını hiçbir şekilde terk etmemişti. Ne zaman o yoldan gitmeye kalksa yolunu değiştiriyordu. Bu olay onda travma yarattı. Korku, endişe, şüphe yaşadığımız tatsız olaylarda bizim kişiliklerimizde yara bırakıyor. O yara da kapanmıyor. Fiziksel olarak aldığımız yaralar kapanıyor ama psikolojik olarak aldığımız yaralar kanamaya devam ediyor. Tıpkı yılanın bize yaklaşıp bizi sokma ile sokmama arasında kalması gibi, yılan yaklaştı bizi sokmaktan vaz geçti ama arkadaşımın aklını yılan soktu. Zehir aklında kaldı, çıkaramadı. Kalmaya devam ediyor. Çünkü yılanı gördüğü yere gidemiyor. Gidemeyecek. Yılan onun aklını soktu zehri ile aklını felç etti. Bunu yılan yapmadı kendisi yaptı. Korku, endişe ve şüphe arkadaşımın aklında yılanın kötü bir mirası olarak kaldı. Yılan, zehrini vücuduna akıtmadı ama görüntüsü ve korkusu aklına zehri akıttı . Ben buna müsaade etmedim, ama arkadaşım müsaade etti. İşin dönüm noktası burada, arkadaşım buna izin verdi. Dıştan gelen tepkiler eğer biz müsaade edersek bizi zehirler. Şunu asla unutmayın: Sana birisi ne yaparsa yapsın ne derse desin, onun söyledikleri onu bağlar seni değil. Dışarıdan gelen söylemlerin türü ne olursa olsun önemseme başkalarının davranışları üzerinde kontrolümüz yoktur. Ancak, bu olaylara nasıl tepki vereceğiniz ne yapacağınız tamamen senin kontrolündedir.  Biri sana zarar vermek isterse, bu duruma sinirlenmek ya da üzülmek yerine, durumu olduğu gibi kabul et, kendi iç huzurunu sakın bozma. Eğer iç huzurunu bozarsan karşındaki kazanır. Karşındaki kişinin kazanmasını istemiyorsan iç huzurunu bozma onun ağzından çıkan zehiri düşüncelerinle özümseme. Unutma; yılanın zehri dişindedir, insanın zehri dilindedir. Sana karşı olumsuz konuşmalarını duymaz ve önemsemezsen sana zarar vermek isteyen kişiyi kendi eylemleriyle baş başa bırakırsın. Böylece, sen zihninde bu olayı büyütüp kendini yormazken, o kişi de yaptığı davranışın sonuçlarını yalnız başına yaşamak zorunda kalır. Senin gücün ve olgunluğun, sessizliğin ve kayıtsızlığınla ortaya çıkar. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü onu bağlar seni değil. Ne yaşarsan yaşa huzurunu koru her şeyi oluruna bırak. Sana biri olumsuz ne derse desin sana söylenen olumsuz cümleleri araştır, düzelt ama olumsuz  cümleleri sakın özümseme. Unutma, insanın düşmanı insana dostundan daha çok şeyler öğretir. Sana söylenenleri sakın bireyselleştirme, adeta bir araştırmacı gibi yaklaş. Bu yorumda gerçeklik payı var mı? Eksik ya da geliştirilebilecek bir yönümden mi bahsediliyor? Eğer öyleyse, bu bilgiyi kendini geliştirmek için bir fırsat olarak kullan. Düşman açığını arar, sende açığını kapatmanın yolunu düşmanın sayesinde bulursun. Bir işe girdin, bir arkadaşın tarafından ret edildin, bu senin iyi veya kötü birisi olduğun anlamına gelmez. Her insan fiziksel veya psikolojik yara alabilir. Fiziksel darbeler canını acıtır ama belli zaman sonra iyileşirsin, psikolojik yara aldığında iyileşmeyi çok kişi unuttu, sebebi söyleyeni önemsediği için. Şunu asla unutma: Biri seni fiziksel olarak yaralarsa, ne kadar acı verirse versin, zamanla iyileşir ve izi kalmayabilir. Ancak, psikolojik bir yara, eğer yarayı vereni önemsersen, çok daha derin ve kalıcı hasarlar bırakabilir. Karşındaki kişinin sana yaptığına karşılık vermeye kalkma, aslında o kişiye zihninde daha fazla yer açman onu önemsemen seni incitmeye devam etmesine izin vermen demektir. Yaptığını ona ödetmek yerine, onu önemsememek, onun zehrinin sana ulaşmasını engeller. Bu, sadece seni korumakla kalmaz, aynı zamanda senin ondan daha güçlü, daha olgun ve daha bilge olduğunu gösterir. Bu kayıtsızlık, "yılanın kafasını ezmek" gibi etkili bir sonuç yaratır, çünkü o kişinin yaptığına bir karşılık bulamayıp boşa çıkmasını sağlar. Onun sana verdiği zararın gücü, senin ona verdiğin değerle orantılıdır. Ona değer vermediğin sürece, onun yaptığı kötülük de anlamsızlaşır. Sana zarar vereni bağışla, bu senin gücünü gösterir. Sana zarar veren insanı eğer önemsemezsen o kişiden daha zeki olduğunu doğaya kanıtlamış olursun. Çünkü onun zehri canını geçici yakar ama önemsemediğin takdirde psikolojik olarak onu kafanda da büyütmemiş olursun, o yaptığı yanlışlıkla baş başa kalır. İnsanların arasında seni gördüğünde seni görmemezlikten gelir, çünkü sen ondan büyük olduğunu susarak ispatladın. O ise yaptığından utanarak sana görünmeme ye çalışır.  Tıpkı yılan gibi çalıların arasında kaybolur gider.     
Ekleme Tarihi: 08 Ağustos 2025 -Cuma
Hakan DİNÇAY

Akıl, İntikamdan Kesindir

Memleketimde yaşadığım çocukluk günlerinde, evlerimizin duvarları o kadar kalın değildi. Annem çarşıya çıktığında çoğu zaman kapıyı kilitlemeyi unuttuğu zamanlardı. Komşularımız bize gelmek istediğinde veya biz komşumuza gitmek istediğimizde önceden söz almadan gittiğimiz günlerden bir yaz günü idi.

Komşumun oğlunun tarlası ile bizim tarlamız yan yana idi. Tarlada işlerimiz olurdu, haftada iki veya üç defa arkadaşımla tarlalamıza yürüyerek giderdik. Dağ yolu patika gibi bir yol, yol taşlı etrafı kocaman otlarla çevrili, o patika gibi yoldan ne bir araba geçer nede bir motorlu taşıt geçebilirdi. Ancak eşeği olan o yolu kullanabilirdi yada bizim gibi yürüyerek gidenler kullanabilirdi.

Arkadaşımla beraber o yolda yürüyoruz. Güneş yavaş yavaş yükseliyordu, patikanın etrafı otların ablukasında, taşlı yolda sohbet ede ede giderken arkadaşım bir anda durdu. Sanki film seyrederken film şeridi takılınca film nasıl sabit bir şekilde durursa arkadaşım da sabit bir şekilde durdu. Ne olduğunu anlayamadım ona baktım.

-Neden durdun, dedim.

Elini kaldırdı ve heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı.

-Sus, hareket etme!..

-Neden, ne oldu.

-Sus dedim, ölmek mi istiyorsun.

-Ne ölmesi kafayı mı yedin sen.

Kıpırdamıyordu, yüzü de sararmıştı, eli titremeye başladı, alnı terledi ama bu ter güneşin sıcaklığından değildi. Sadece bana şunu dedi.

-Kafanı döndür sağdaki otların arasında sana bakana bak..

Kafamı döndürdüm, sağımdaki otlara baktım, otların üzerindeki canlıyı görünce bende olduğum yerde dondum. Sıcak havada resmen buz tuttum. Nasıl bir denizaltı denizin altından periskobunu denizin üstüne çıkarıp etrafı inceliyorsa aynı deniz altı periskopu gibi ince uzun bir boynun ucunda balyoz gibi bir kafa otların içinden başını yukarıya kaldırmış bizi izliyordu. Bakarken de  üçgen şeklindeki dilini bir çıkarıp bir sokarak etraftaki havanın durumunu kontrol ediyordu.

Denizaltı, denizin üstündeki gemiye periskobu ile bakıp nasıl torpidosunu ayarlıyorsa bize bakan bilek kadar kalın hortum gibi uzun siyah nesne kafasını torpido gibi kullanıp dişlerini ayaklarımıza geçirip zehrini dökmenin planını yapıyor gibiydi.  

Mesafe bir metreden azdı. Kafasını ayağımıza nişanlasa torpido gibi ayağımıza dişlerini geçirebilir zehrini akıtabilirdi.

O an babamın bana dedikleri aklıma geldi. “Oğlum; dağda, derede yılan görürsen sakın ona zarar verme, sen ona zarar vermezsen o sana bir şey yapmaz.” demişti. Onun dedikleri aklıma geldi sabit bir şekilde hiç bir şey yapmadan durduk.

Biz sıcak havada buz gibi terlerken o sıcak havada bize doğru sürüne sürüne gelmeye başladı. Kalın bir hortumun sürüne sürüne gelmesi misali balyoz gibi kafasından üçgen şeklinde dili  çıktı. Sonra patikanın karşı tarafındaki otların arasından sürünerek kayboldu gitti.

Günler geçti çok korkmama rağmen tarlaya giderken o yolu kullanmaya devam edip durdum.  Biliyordum “Ben yılana zarar vermezsem oda bana zarar vermez.” Arkadaşım o yolu hiç ama hiç kullanmadı. Korku dağları, aklını esir almıştı. Arkadaşım ne zaman kendi tarlasına gitmek istese yolu uzatır başka yerlerden giderdi. Kafasına yer etmiş o canavarı görmekten korkardı.

Çalılıkların arasında gördüğümüz o yılanı ben bir daha hiç görmedim ama arkadaşım yolun kenarında otların arasından bize buz gibi bakan yılanın bakışını unutamamış, ömrü boyunca aklından silememişti.

Yılan bize fiziksel anlamda zarar vermemişti ama arkadaşımın aklına o yılan çöreklenmiş ve aklını hiçbir şekilde terk etmemişti. Ne zaman o yoldan gitmeye kalksa yolunu değiştiriyordu. Bu olay onda travma yarattı.

Korku, endişe, şüphe yaşadığımız tatsız olaylarda bizim kişiliklerimizde yara bırakıyor. O yara da kapanmıyor. Fiziksel olarak aldığımız yaralar kapanıyor ama psikolojik olarak aldığımız yaralar kanamaya devam ediyor. Tıpkı yılanın bize yaklaşıp bizi sokma ile sokmama arasında kalması gibi, yılan yaklaştı bizi sokmaktan vaz geçti ama arkadaşımın aklını yılan soktu. Zehir aklında kaldı, çıkaramadı. Kalmaya devam ediyor. Çünkü yılanı gördüğü yere gidemiyor. Gidemeyecek. Yılan onun aklını soktu zehri ile aklını felç etti. Bunu yılan yapmadı kendisi yaptı.

Korku, endişe ve şüphe arkadaşımın aklında yılanın kötü bir mirası olarak kaldı. Yılan, zehrini vücuduna akıtmadı ama görüntüsü ve korkusu aklına zehri akıttı . Ben buna müsaade etmedim, ama arkadaşım müsaade etti.

İşin dönüm noktası burada, arkadaşım buna izin verdi. Dıştan gelen tepkiler eğer biz müsaade edersek bizi zehirler.

Şunu asla unutmayın:

Sana birisi ne yaparsa yapsın ne derse desin, onun söyledikleri onu bağlar seni değil.

Dışarıdan gelen söylemlerin türü ne olursa olsun önemseme başkalarının davranışları üzerinde kontrolümüz yoktur. Ancak, bu olaylara nasıl tepki vereceğiniz ne yapacağınız tamamen senin kontrolündedir.  Biri sana zarar vermek isterse, bu duruma sinirlenmek ya da üzülmek yerine, durumu olduğu gibi kabul et, kendi iç huzurunu sakın bozma. Eğer iç huzurunu bozarsan karşındaki kazanır. Karşındaki kişinin kazanmasını istemiyorsan iç huzurunu bozma onun ağzından çıkan zehiri düşüncelerinle özümseme.

Unutma; yılanın zehri dişindedir, insanın zehri dilindedir.

Sana karşı olumsuz konuşmalarını duymaz ve önemsemezsen sana zarar vermek isteyen kişiyi kendi eylemleriyle baş başa bırakırsın. Böylece, sen zihninde bu olayı büyütüp kendini yormazken, o kişi de yaptığı davranışın sonuçlarını yalnız başına yaşamak zorunda kalır. Senin gücün ve olgunluğun, sessizliğin ve kayıtsızlığınla ortaya çıkar.

Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü onu bağlar seni değil.

Ne yaşarsan yaşa huzurunu koru her şeyi oluruna bırak.

Sana biri olumsuz ne derse desin sana söylenen olumsuz cümleleri araştır, düzelt ama olumsuz  cümleleri sakın özümseme. Unutma, insanın düşmanı insana dostundan daha çok şeyler öğretir. Sana söylenenleri sakın bireyselleştirme, adeta bir araştırmacı gibi yaklaş. Bu yorumda gerçeklik payı var mı? Eksik ya da geliştirilebilecek bir yönümden mi bahsediliyor? Eğer öyleyse, bu bilgiyi kendini geliştirmek için bir fırsat olarak kullan. Düşman açığını arar, sende açığını kapatmanın yolunu düşmanın sayesinde bulursun.

Bir işe girdin, bir arkadaşın tarafından ret edildin, bu senin iyi veya kötü birisi olduğun anlamına gelmez.

Her insan fiziksel veya psikolojik yara alabilir. Fiziksel darbeler canını acıtır ama belli zaman sonra iyileşirsin, psikolojik yara aldığında iyileşmeyi çok kişi unuttu, sebebi söyleyeni önemsediği için.

Şunu asla unutma:

Biri seni fiziksel olarak yaralarsa, ne kadar acı verirse versin, zamanla iyileşir ve izi kalmayabilir. Ancak, psikolojik bir yara, eğer yarayı vereni önemsersen, çok daha derin ve kalıcı hasarlar bırakabilir.

Karşındaki kişinin sana yaptığına karşılık vermeye kalkma, aslında o kişiye zihninde daha fazla yer açman onu önemsemen seni incitmeye devam etmesine izin vermen demektir. Yaptığını ona ödetmek yerine, onu önemsememek, onun zehrinin sana ulaşmasını engeller. Bu, sadece seni korumakla kalmaz, aynı zamanda senin ondan daha güçlü, daha olgun ve daha bilge olduğunu gösterir. Bu kayıtsızlık, "yılanın kafasını ezmek" gibi etkili bir sonuç yaratır, çünkü o kişinin yaptığına bir karşılık bulamayıp boşa çıkmasını sağlar. Onun sana verdiği zararın gücü, senin ona verdiğin değerle orantılıdır. Ona değer vermediğin sürece, onun yaptığı kötülük de anlamsızlaşır.

Sana zarar vereni bağışla, bu senin gücünü gösterir.

Sana zarar veren insanı eğer önemsemezsen o kişiden daha zeki olduğunu doğaya kanıtlamış olursun. Çünkü onun zehri canını geçici yakar ama önemsemediğin takdirde psikolojik olarak onu kafanda da büyütmemiş olursun, o yaptığı yanlışlıkla baş başa kalır. İnsanların arasında seni gördüğünde seni görmemezlikten gelir, çünkü sen ondan büyük olduğunu susarak ispatladın. O ise yaptığından utanarak sana görünmeme ye çalışır.  Tıpkı yılan gibi çalıların arasında kaybolur gider.     

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.