Deizm ve Ateizm Üzerine: IV
Deizm ve Ateizm Üzerine: IV
Deizm’in ve Ateizm’in Türkiye için, -hali hazırda- tehlike olduğuna inanmıyorum. Zîra, gençlerin bu yönelmelerinin ardındaki gerçek, din adamlarının yetersizliği ve kendilerine anlatılan dînin, bilimle çelişmesidir.
Deizm’in ve Ateizm’in Türkiye için, -hali hazırda- tehlike olduğuna inanmıyorum. Zîra, gençlerin bu yönelmelerinin ardındaki gerçek, din adamlarının yetersizliği ve kendilerine anlatılan dînin, bilimle çelişmesidir.
Din ve bilimin sınırlarını belirleyip, aşkın yanına sezgi vc akılı yerleştiren Türk Müslümanlığı, İslâm medeniyetinin doğmasına sebep olmuştur. Vahyi kalkan gibi kullanarak yerine rivayet ve nakili kullanan İslâmî (?) akımlar ise, İslâm ülkelerinin geri kalmasına yol açmışlardır.
Osmanlı’nın son dört yüz yılında, bilimle çelişen ve aklı reddeden Eş’arî-Selefî akımlar, “rivayet ve nakil”i esas alırken; cehennemde korku-cennette zamparalık vaatleriyle, “aşk-hoşgörü-bilim” üçlemesini esas alan Türk Müslümanlığı’nı dışlamıştır. Eş’arîlik, “Rivayet”i “vahiy” kelimesi ile değiştirerek, dokunulmazlık-tartışılmazlık kalkanı arkasına koymuş; içtihat-istişare yolunu kapatmıştır.
Bu değişimin hazırlayıcısı ise çok büyük bir asker olan Yavuz Sultan Selim’in, geleceği görmekteki basiretsizliğidir. (Pozitif bilimlerden uzaklaşma, Alevî-Sünnî çatışması ve Kürt meselesinin temelleri onun zamanında atılmıştır.)
Orta Çağ’dan beri bilime öncülük eden Avrupa’ya 19. ve 20. yüzyıllarda Amerika ve Uzak Doğu da eklenmiştir. Günümüzde tüm Dünya, elektronik haberleşme ve bilgi transferini yaşarken, bizim çocuklarımız da bu imkândan sonuna kadar yararlanmış ve ufuklarını genişletmişlerdir.
Maalesef çağın gerçeklerine sırtını dönen ve çağdışı hurafelerle gençlerimizi inandırmaya çalışan din adamları, bizim (Müslümanların ve Türklerin) sosyal hayatımızda etken olmuştur.
Tüm inanç sistemlerinde, bilim ve din çatışmalarında (veya çelişkilerinde) aklı başında tüm din ve devlet adamları bilimin asla reddedilmemesi, bilhassa pozitif bilimlerin teşvik edilmesini önermişlerdir.
Atatürk’ün meşhur sözüdür: "Eğer bir gün benim sözlerim bilim ile ters düşerse bilimi seçin."
Keza, beş yüz milyon Budist’in dini lideri olan Dalai Lama diyor ki: “Eğer bilim Budizm’le çelişen durumları kanıtlarsa Budizm buna göre değişmelidir. Gerçeklerle örtüşen görüşleri benimsemeliyiz Araştırma sonucu karşılaştığımız sonuç mantıklıysa ve kanıtlarla destekleniyorsa onu kabul etmeliyiz. Ancak bilim tarafından keşfedilen ile var olmadığı keşfedilen şeyler arasında bir ayrım yapılması gerekir.”
Bu basit fakat akılcı görüşe karşı çıkanlar yüzündendir ki, gençler ateizme ve deizme kayıyorlar. Çarpıcıdır ki, tüm Dünya’da ateist-deist oranı % 15.5, Türkiye’de ise bu oran, değişik zamanlarda yapılan anketlerde- % 5-28.5 arasında değişkenlik göstermiştir. Bu oranlar yaşlılarda % 5’in altında iken, 15-20 yaş arasındaki gençlerde (Z kuşağı), % 28.5’a yükselmiştir.
Bu noktada, din adamlarının anlattıklarının büyük kısmını akıla ve mantığa aykırı bularak dinden soğuyanlarla, Tanrı’yı tümden reddedenlerin net sınırlarla birbirlerinden ayırt edilemediklerini de dikkate almak gerekir.
Tüm bu bilgilerin ve Türk sosyal yapısı dikkate alındığında, Deizm’in ve Ateizm’in, devletimiz ve milletimiz için tehlike olduğu söylenebilir mi?
Kanımca: Hayır.
Zîra, din, toplumsal yapımızın önemli bir parçasıdır ve yeni yetişen nesiller aileden din kültürünü alarak gelmektedir. Tüm Deizm-Ateizm iddiasında bulunanların en az % 98’i, sıkıştıklarında ALLAH’ı hatırlamaktadırlar. Öte yandan, Deist veya Ateist oluğunu iddia edenlerin tamamı (birkaç marjinal istisnası dışında) camiden, -inananların yalancı şahitlikleriyle-, Müslüman olarak defnedilmeyi kabul etmektedirler.
Dikkatlerden kaçan bir konu daha var ki: üzerinde önemle durmak gerekmektedir.
20 yy’ın başından itibaren küreselleşen dünyada, gençlik, yeni arayışlar içerisine girmiştir. Altta yatan sebep, psikolojik tatminsizlik ve dînî söylemlerin yetersizliğidir.
Bu yüzdendir ki, 1920-1940 arasında hayalperest nasyonal söylemler, 1945-1965 arası liberalizm, 1965-1980 arası solculuk (anarşizme varan kuralsızlık-hippi hareketi) 1985’den sonra ise dine yöneliş başlamıştır. Bu dönemlerin hepsi tüm toplumlarda yankılanmış ve etki yaratmıştır. Bu dönemde, ABD-NATO merkezli “ılımlı İslâm” ve “yeşil kuşak” stratejileri de dini yönelişleri hızlandırmıştır.
Demirperde blokunun çökmesi ile boşluğa düşen (materyalist) sol, yaşadığı ikilemi dinden uzaklaşarak göstermiştir. Din adamlarının yetersizliği ve siyasetçilerin oy kaynaklı ve dini alet eden söylemleri-uygulamaları, arayış içerisindeki gençliği deizme-ateizme itmiştir.
Jean Paul Sartre’ın (1905-1980) sözüne kulak tıkayan idareciler ve gençlik, bu günkü noktaya gelmemizin sebebi olmuştur.
1960’larda 15-25 yaşında, günümüzde +70 olan kişiler, yaşadıkları boşluğu ne hippi felsefesi, ne Marksist sosyalizm ve hatta ne de anarşizmle dolduramamışlardır. Sisteme protestolarını, Deizm ve/veya Ateizm olarak göstermektedirler. Arayış içerisindeki bu nesil, -ilerleyen yaşına rağmen- hâlâ idoller (liderler) yaratmaya çalışmakta; kendi yarattığı idole -amiyane tabirle- tapmaktadır.
Halbuki Jean Paul Sartre, “Otuz yaşına kadar sosyalist olmayanın kalbi; Otuzundan sonra sosyalist kalanın beyni yoktur.” derken, değişimi ve gelişimi açık bir şekilde vurgulamıştı.
Günümüz insanı, beyniyle hareket etmek iddiasında iken, din taciri, sahtekâr ve siyasi madrabazların tuzağına düştü. Olayların ardını araştırmaktansa, REDDETMEK DAHA KOLAYINA GELDİ.
Ama…
Bu dönemde geçecektir. Her toplumsal akımın etkisi azami 20-25 yıl sürer.
Dileğimiz ve korkumuz odur ki: gelen gideni aratmasın.
Devam edeceğiz.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.