Her şahıs veya toplum sahip olduğu olumlu veya olumsuz özellikleriyle hatırlanır ve bu halleri ile ya tarihe altın harflerle yazılır veya lanetle anılır.
Bizden önce yaşayanlar milli ve manevi değerlere canları pahasına sahip çıkmış ve bu özellikleri ile bizlere altın bir tarih bırakmışlar. Onlara minnet borçluyuz ve rahmetle anıyoruz. Ne var ki; günümüze dönüp baktığımızda, dini inanç, güzel ahlâk, vatan/millet aşkı, ahde vefa ve diğer güzel özellikler itibariyle onlarla aramızda büyük mesafe oluştuğunu görüyoruz. Öyle olunca bize sadece onların kahramanlıkları ile övünmek gibi züğürt tesellisi kalıyor ve biz de bu acziyeti çok matah bir şey gibi lanse ediyoruz.
Atalarımızın kısıtlı imkan ve az sayıdaki asker gücüne rağmen, güçlü, iman dolu kocaman yürekleri ile yedi düvele karşı verdikleri Hak ve adalet mücadelelerini filme almakta teselli buluyoruz. Hatta onların sırtından iktidarımıza oy devşirmeye çalışıyoruz. Halbuki, mezar taşları ile övünmeyi ve onların din/iman uğruna verdikleri mücadeleyi istismar etmeyi bırakıp aynayı kendimize tutsak; İslâm dünyası olarak üç buçuk Siyonist Yahudi karşısındaki acziyet ve zilleti göreceğiz.
Milli ve manevi değerleri arka plana atan iktidar, görsel algı operasyonları ile tarihi olayları oya tahvil ederken, iktidara rağmen bu değerlere sahip çıkması gereken Diyanet camiası bile aynı çizgide yürüyor. Dış görev ödüllü imamlar vaazlarında "Tank yapıyoruz, Top yapıyoruz, İHA, SİHA yapıyoruz" diye Müslümanları oyalıyorlar. Tamam bunlar doğru ise; yıllardır Müslüman kanı ile beslenen İsrail'e karşı neden şanlı tarihimize yakışır bir eylem ortaya koymakta acze düşüyoruz?
Geçmişte, dini değerleri ve Allah (c.c.) rızasını hayatının merkezine alan atalarımızın dünyada nasıl bir medeniyet kurduklarını göğsümüz kabararak anlatırken; onların mücadele ettikleri Avrupa Birliği zihniyetini benimseyen bir zihniyete teslim olan siyasi irade ile hamasi hikayeler örtüşmüyor.
İslâm dünyası olarak bir şeyler yapmak istiyorsak, mezar taşları ile övünmeyi bırakıp özümüze dönmek zorundayız.
