Vizyon Kuyumcu
Kenan ERZURUMLU
Köşe Yazarı
Kenan ERZURUMLU
 

Türkiye’nin Demografisi: XIII

Geçmiş yazılarımızda Türkiye’nin demografisinin tarihi kökenleri ve binlerce yıl içerisindeki gelişimi hakkında yorumlar yapmıştık. Türk tarihinin en büyük hakanlarından biri olan Fatih Sultan Mehmet’in, ''Fethettiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına uğrasınlar.” demesine karşılık, Osmanlı 16. Yüzyıl sonlarından itibaren toprak hâkimiyetini kaybetmeye başlamış; yeraltı ve üstü zenginlikleri yabancıların eline geçmiştir. Sadece tabii zenginlikler değil, kendi toprakları içinde önce kolonizasyon sonra özerk bölgeler oluşturan yabancılara karşı; hakimiyet haklarından vazgeçmiştir. Cumhuriyet döneminde 15 yıl süren millîleşme döneminden sonra, -değişen jeopolitik ve uluslararası dengelerin de etkisi ile-, Türkiye Batı blokunun etki sahası (rimland) konumuna girmiştir. Bu dönemde çok önemli olan bir diğer husus, Türkiye’nin henüz tam hazır olmadığı çok partili sisteme geçişi ve ona bağlı olan sıkıntılardır. Biliyor ve inanıyorum ki, Batı Türklüğü demokrasiye geçiş için yeterince hazırlanmadan çok partili sisteme geçmiştir. Bu zaaf halen dahi etkisini sürdürmektedir. Ve Türkiye Cumhuriyeti, tarih boyunca üç kez, siyasî-idârî-bürokratik tasfiyeye uğramış; her adımda devlet hayatından (temel ilkelerden ve geleneklerden) habersiz; hatta devletle kavgalı kadroları iktidara getirmiştir. Bu süreçte dış güçlerin iç siyasete etkileri de önemli roller oynamıştır. Cumhuriyet tarihindeki ilk tasfiyen 1950 seçimleri sonrasında olmuştur. Her ne kadar DP içerisinde Atatürk’ün silah arkadaşlarından bazıları ve Cumhuriyet’in ilk döneminde yetişmiş kişiler bulunsa da, “devleti tanımayan”- “devlet umurundan habersiz” kişiler devletin başına gelmiştir. 1950 seçimlerinden hemen sonra TBMM açıldığında, doğu illerinin birinden gelen yeni milletvekili meclis salonuna gelir. Selamı şöyle olur: “Selamı aleyküm. Hepimiz demokratuk deel mi?” Menderes idaresinde “Vatan Cephesinin ilanı”, “6 Eylül 1958'de Balıkesir'de muhalefeti eleştirerek söylediği, ''idam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya''  veya 1957 yılında, ordunun yüksek rütbeli idarecilerine karşı kullandığı zabitlere hitaben söylediği, “Sizin şövalye burunlarınızı kıracağım. Ben, bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim.”, “Emir erlerini subayların yatak odalarından çıkaracağım.” sözleri basiretsizliğin- tecrübesizliğin ifadesidir. 1980 darbesinden sonra yönetimde söz sahibi olan grup siyaset ve bürokraside tecrübeli olan kadroları tasfiye ederken; tamamen tecrübesiz ve “devlet umurundan habersiz” kişileri yönetime getirmiş/gelmesini hazırlamıştır. Kendi milletinin özelliklerini yeterince değerlendiremeyen bu grup Batı’nın da etkisi ile Türkiye’nin tüm iç dinamiklerini sarsacak uygulamalara girmiştir. Çok tipik iki örneği hatırlayalım: Şeyh Sait ayaklanması (13 Şubat 1925 – 31 Mart 1925) başladığında Ankara’ya ilk haber geldiğinde, Atatürk, başbakan Ali Fethi Okyar, İnönü ve diğer arkadaşları bir salonda briç oynamaktadırlar. Haberci, pusulayı Atatürk’e götürür. Atatürk pusulayı okur; Ali Fethi Bey’e götürmelerini söyler. Ali Fethi Bey pusulayı okuyup iade eder ve oyununa devam eder. Atatürk bu sefer pusulayı İnönü’ye göçtürmelerini söyler. İnönü okur; oyunu bırakır; düşünmeye başlar. Bir müdet sonra ayağa kalkar; düşünürken gezinir. Bu durumu izleyen Atatürk, “İşte aralarındaki fark” der. 20 gün sonra (3 Mart 1925) Ali Fethi Bey istifa eder; yerine İsmet İnönü atanır. Askerî birlikleri şortla teftiş eden yöneticilerimiz,  PKK’nın kan döktüğü ilk baskından sonra “3,5 eşkıya” tanımlaması ile olayı hafife almıştır. 2002 yılından itibaren siyasetin başına geçen yönetim ise, en az 200 yıldır devlet hayatından dışlanmış; “umur” görmemiş ve hatta devletle kavgalı kadrolardır. Tecrübesizliklerini dış tecrübelerle telafi etmeye çalışan; Atatürk Türkiye’si ile kavgalı bu yönetimler, devletin göç, iskân ve demografi prensiplerini ihlal etmişlerdir. Atatürk’ün dış Türklerle ilgili politikasında eski Türk yurtlarındaki varlığı muhafaza etmek; gayri Türk unsurların Türkiye’ye göçlerini engellemek bulunmaktaydı. Yurt içinde isyancıları dağıtarak iskân etmek esastı. Sıkıntı çıkaracak bölgelere yerleştirilecek kimselere veya atanacak idarecilere özel dikkat gerekmekte idi. Burada bir örnek vermek isterim. 1975 yılında askerlik görevi (Sy J Hd Tb) sebebiyle bulunduğu Hatay’ın Kırıkhan ilçesi  38.118 nüfuslu idi. Şimdiki nüfusu 119.028’dur. O yıllar da Hatay, Suriye’nin hedefinde idi. Kozmopolit bir yapısı vardı. Her biri 400 haneden fazla olmak üzere Trabzonlular, Aydınlılar (Yörükler) ve rakam olarak hatırlayamadığım Ahıskalılar vardı. Ahıska’dan, Aydın’dan, Trabzon’dan Kırıkhan’a iskân edilenler devlet aklının göstergesi idi. Son 15 yılda muhatap olduğumuz göç (KAÇKINLAR) olayında ise… İdarecilerimiz tarafından, plansız, programsız yerleştirilen milyonlarca KAÇKIN, ülkemiz içerisinde “girilemeyen bölgeler” oluştururken kendi kimliklerini aynen devam ettirmekte; devletin kendilerine sağladığı pozitif ayırımcılıkla resmi kurumlarımızın temsilcilerine dahi kafa tutmaktadırlar. Buı tutumları “AÇILIM” sürecinde ayrılıkçı terör örgütüne tanınan pozitif ayırımcılığa benzemektedir. Acıdır ki: yöneticilerimiz o yaşanan olaylardan da ders almamış gözükmektedirler. Öte yandan KAÇKINların, eğitimli, kültürlü ve zengin kısmı Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilirken; vasat ve vasatın altında kültür ve ekonomik imkâna sahip olanlar ülkemizde bırakılmakta; ya küçük iş yerleri açarak gelir temin etmeye çalışmakta veya dilenmektedirler. Ancak.. Milletimizde KAÇKINLARA karşı doğan reaksiyon göz ardı edilemeyecek düzeylere ulaşmıştır. Artık milletimiz sokakların Arapça konuşulan; tabelalarında Arapça yazılar bulunan dükkanlardan bıkmıştır. Kaldı ki, KAÇKINLAR ülkemizin sosyal ve kültürel hayatına uyum sağlamaktansa, simit-ekmeği bile kendilerinden olan satıcılardan almaktadırlar. Bu durumda: KAÇKINLARa, “Gidin evinize-ülkenize orada yaşayın; orada alış veriş yapın; ölşünüzü de oraya gömün” demenin zamanı gelmiştir. Son olarak hatırlatayım ki: Artık mezarlıklarımızda bile Arapça yazılı mermer mezar taşları, -hem de bolca- bulunuyor. Yüz yıl- iki yüz yıl sonra, torunlarımızın torunlarının torunları karşısına çıkacak birileri, o yaşları kanıt göstererek, “Bizim atalarımızda burada yaşamışlar. Bu taşlar kanıtıdır.” diyebileceklerdir. O zaman geldiğinde, soyumuz, “sebep olanların, tedbir almayanların….” diyerek başlayan cümleler kuracaktır. GİB’nın 16.07.2023 tarihinde yaptığı açıklamaya göre, yabancı sayısının, Türk vatandaşı sayısına oranla yüzde 20'yi aştığı 1169 mahallemiz, yoğunluğun azaltılması amacıyla yeni yabancı kaydına kapatılmıştır. Bu mahallelerden 54’ü İstanbul'da imiş. 28.09.2023 tarihli verilere göre, KAÇKINar içinde Suriyelilerin oranı % 69 imiş. Devam edeceğiz.  
Ekleme Tarihi: 22 Şubat 2024 - Perşembe
Kenan ERZURUMLU

Türkiye’nin Demografisi: XIII

Geçmiş yazılarımızda Türkiye’nin demografisinin tarihi kökenleri ve binlerce yıl içerisindeki gelişimi hakkında yorumlar yapmıştık.

Türk tarihinin en büyük hakanlarından biri olan Fatih Sultan Mehmet’in, ''Fethettiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına uğrasınlar.” demesine karşılık, Osmanlı 16. Yüzyıl sonlarından itibaren toprak hâkimiyetini kaybetmeye başlamış; yeraltı ve üstü zenginlikleri yabancıların eline geçmiştir.

Sadece tabii zenginlikler değil, kendi toprakları içinde önce kolonizasyon sonra özerk bölgeler oluşturan yabancılara karşı; hakimiyet haklarından vazgeçmiştir.

Cumhuriyet döneminde 15 yıl süren millîleşme döneminden sonra, -değişen jeopolitik ve uluslararası dengelerin de etkisi ile-, Türkiye Batı blokunun etki sahası (rimland) konumuna girmiştir. Bu dönemde çok önemli olan bir diğer husus, Türkiye’nin henüz tam hazır olmadığı çok partili sisteme geçişi ve ona bağlı olan sıkıntılardır.

Biliyor ve inanıyorum ki, Batı Türklüğü demokrasiye geçiş için yeterince hazırlanmadan çok partili sisteme geçmiştir. Bu zaaf halen dahi etkisini sürdürmektedir.

Ve Türkiye Cumhuriyeti, tarih boyunca üç kez, siyasî-idârî-bürokratik tasfiyeye uğramış; her adımda devlet hayatından (temel ilkelerden ve geleneklerden) habersiz; hatta devletle kavgalı kadroları iktidara getirmiştir. Bu süreçte dış güçlerin iç siyasete etkileri de önemli roller oynamıştır.

Cumhuriyet tarihindeki ilk tasfiyen 1950 seçimleri sonrasında olmuştur. Her ne kadar DP içerisinde Atatürk’ün silah arkadaşlarından bazıları ve Cumhuriyet’in ilk döneminde yetişmiş kişiler bulunsa da, “devleti tanımayan”- “devlet umurundan habersiz” kişiler devletin başına gelmiştir.

1950 seçimlerinden hemen sonra TBMM açıldığında, doğu illerinin birinden gelen yeni milletvekili meclis salonuna gelir. Selamı şöyle olur: “Selamı aleyküm. Hepimiz demokratuk deel mi?”

Menderes idaresinde “Vatan Cephesinin ilanı”, “6 Eylül 1958'de Balıkesir'de muhalefeti eleştirerek söylediği, ''idam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya''  veya 1957 yılında, ordunun yüksek rütbeli idarecilerine karşı kullandığı zabitlere hitaben söylediği,
“Sizin şövalye burunlarınızı kıracağım. Ben, bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim.”, “Emir erlerini subayların yatak odalarından çıkaracağım.” sözleri basiretsizliğin- tecrübesizliğin ifadesidir.

1980 darbesinden sonra yönetimde söz sahibi olan grup siyaset ve bürokraside tecrübeli olan kadroları tasfiye ederken; tamamen tecrübesiz ve “devlet umurundan habersiz” kişileri yönetime getirmiş/gelmesini hazırlamıştır. Kendi milletinin özelliklerini yeterince değerlendiremeyen bu grup Batı’nın da etkisi ile Türkiye’nin tüm iç dinamiklerini sarsacak uygulamalara girmiştir. Çok tipik iki örneği hatırlayalım:

Şeyh Sait ayaklanması (13 Şubat 1925 – 31 Mart 1925) başladığında Ankara’ya ilk haber geldiğinde, Atatürk, başbakan Ali Fethi Okyar, İnönü ve diğer arkadaşları bir salonda briç oynamaktadırlar. Haberci, pusulayı Atatürk’e götürür. Atatürk pusulayı okur; Ali Fethi Bey’e götürmelerini söyler. Ali Fethi Bey pusulayı okuyup iade eder ve oyununa devam eder. Atatürk bu sefer pusulayı İnönü’ye göçtürmelerini söyler. İnönü okur; oyunu bırakır; düşünmeye başlar. Bir müdet sonra ayağa kalkar; düşünürken gezinir. Bu durumu izleyen Atatürk, “İşte aralarındaki fark” der. 20 gün sonra (3 Mart 1925) Ali Fethi Bey istifa eder; yerine İsmet İnönü atanır.

Askerî birlikleri şortla teftiş eden yöneticilerimiz,  PKK’nın kan döktüğü ilk baskından sonra “3,5 eşkıya” tanımlaması ile olayı hafife almıştır.

2002 yılından itibaren siyasetin başına geçen yönetim ise, en az 200 yıldır devlet hayatından dışlanmış; “umur” görmemiş ve hatta devletle kavgalı kadrolardır. Tecrübesizliklerini dış tecrübelerle telafi etmeye çalışan; Atatürk Türkiye’si ile kavgalı bu yönetimler, devletin göç, iskân ve demografi prensiplerini ihlal etmişlerdir.

Atatürk’ün dış Türklerle ilgili politikasında eski Türk yurtlarındaki varlığı muhafaza etmek; gayri Türk unsurların Türkiye’ye göçlerini engellemek bulunmaktaydı. Yurt içinde isyancıları dağıtarak iskân etmek esastı. Sıkıntı çıkaracak bölgelere yerleştirilecek kimselere veya atanacak idarecilere özel dikkat gerekmekte idi.

Burada bir örnek vermek isterim.

1975 yılında askerlik görevi (Sy J Hd Tb) sebebiyle bulunduğu Hatay’ın Kırıkhan ilçesi  38.118 nüfuslu idi. Şimdiki nüfusu 119.028’dur.

O yıllar da Hatay, Suriye’nin hedefinde idi. Kozmopolit bir yapısı vardı. Her biri 400 haneden fazla olmak üzere Trabzonlular, Aydınlılar (Yörükler) ve rakam olarak hatırlayamadığım Ahıskalılar vardı. Ahıska’dan, Aydın’dan, Trabzon’dan Kırıkhan’a iskân edilenler devlet aklının göstergesi idi.

Son 15 yılda muhatap olduğumuz göç (KAÇKINLAR) olayında ise…

İdarecilerimiz tarafından, plansız, programsız yerleştirilen milyonlarca KAÇKIN, ülkemiz içerisinde “girilemeyen bölgeler” oluştururken kendi kimliklerini aynen devam ettirmekte; devletin kendilerine sağladığı pozitif ayırımcılıkla resmi kurumlarımızın temsilcilerine dahi kafa tutmaktadırlar. Buı tutumları “AÇILIM” sürecinde ayrılıkçı terör örgütüne tanınan pozitif ayırımcılığa benzemektedir. Acıdır ki: yöneticilerimiz o yaşanan olaylardan da ders almamış gözükmektedirler.

Öte yandan KAÇKINların, eğitimli, kültürlü ve zengin kısmı Avrupa ülkeleri tarafından kabul edilirken; vasat ve vasatın altında kültür ve ekonomik imkâna sahip olanlar ülkemizde bırakılmakta; ya küçük iş yerleri açarak gelir temin etmeye çalışmakta veya dilenmektedirler.

Ancak..

Milletimizde KAÇKINLARA karşı doğan reaksiyon göz ardı edilemeyecek düzeylere ulaşmıştır. Artık milletimiz sokakların Arapça konuşulan; tabelalarında Arapça yazılar bulunan dükkanlardan bıkmıştır.

Kaldı ki, KAÇKINLAR ülkemizin sosyal ve kültürel hayatına uyum sağlamaktansa, simit-ekmeği bile kendilerinden olan satıcılardan almaktadırlar.

Bu durumda: KAÇKINLARa, “Gidin evinize-ülkenize orada yaşayın; orada alış veriş yapın; ölşünüzü de oraya gömün” demenin zamanı gelmiştir.

Son olarak hatırlatayım ki: Artık mezarlıklarımızda bile Arapça yazılı mermer mezar taşları, -hem de bolca- bulunuyor. Yüz yıl- iki yüz yıl sonra, torunlarımızın torunlarının torunları karşısına çıkacak birileri, o yaşları kanıt göstererek, “Bizim atalarımızda burada yaşamışlar. Bu taşlar kanıtıdır.” diyebileceklerdir.

O zaman geldiğinde, soyumuz, “sebep olanların, tedbir almayanların….” diyerek başlayan cümleler kuracaktır.

GİB’nın 16.07.2023 tarihinde yaptığı açıklamaya göre, yabancı sayısının, Türk vatandaşı sayısına oranla yüzde 20'yi aştığı 1169 mahallemiz, yoğunluğun azaltılması amacıyla yeni yabancı kaydına kapatılmıştır. Bu mahallelerden 54’ü İstanbul'da imiş. 28.09.2023 tarihli verilere göre, KAÇKINar içinde Suriyelilerin oranı % 69 imiş.

Devam edeceğiz.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.