Türk Devletleri ve Etnisite: XI
Türk Devletleri ve Etnisite: XI
“Türk devleti kin tutmaz; kinle hareket etmez ama asla UNUTMAZ. Günü geldiğinde komşunun bahçesinden yediğin eriği bile önüne koyar.”
“Türk devleti kin tutmaz; kinle hareket etmez ama asla UNUTMAZ. Günü geldiğinde komşunun bahçesinden yediğin eriği bile önüne koyar.”
Eski İngiltere başbakanı Churchill ve ABD’li bakan Madeline Albright başta olmak üzere bir çok kişiye atfedilen bir söz vardır: “Türkiye Türkler’e bırakılmayacak kadar önemlidir.”
Batı Türklüğü’nün Avrupa ile olan ilişkilerini bu görüş açısından değerlendirdiğimizde, resmi tarih görüşünün sn derece yüzeyel olduğunu; Selçuklular ve Osmanlılar döneminde başlayaıp gelişen merkez-çevre çatışmasında Türk kimliğinin yerini Osmanlı tanımının aldığını; Türklerin merkezden uzaklaştırıldıklarını görmekteyiz. Bu sebepledir ki, Osmanlı’da saray ve payitaht kendisini Türk hissetmeyen kişilerin hakimiyet alanı haline gelmiştir.
Hepsi birer Osmanlı subayı olan Kuvayı Milliyeciler içerisinde milli devlet-milli kimlik idealine sahip olan kişilerin başında Atatürk gelmektedir.
Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde, TÜRK KİMLİĞİNİN KUVVETLENDİRİLMESİ TÜM HALKA KABUL ETTİRİLMESİ İÇİN ÇOK CİDDİ ÇALIŞMALARIN YAPILDIĞI TARİHİ BİR GERÇEKTİR. Hatta bu çalışmaların kafatasçılık düzeyine kadar indirildiği de kesindir.
Atatürk’ün erken sayılabilecek bir yaşta vefatı ile, millileşme hareketinin sekteye uğradığı; çok partili dönemde “hilafet” ve “şeriat” özlemi içindeki grupların millileşme gayretlerini engelledikleri de bir gerçektir.
Atatürk’ten üç çeyrek asır sonra, Türkiye Cumhuriyeti, “Türk” kelimesinin “Anadolu” kelimesi olarak değiştirilmek istendiği, “Türk Bayrağı” yerine/yanına başka bayrakların asılmak istendiği konuma gelmiştir. Bu işte kullanılanlar, içimizde yetişip ruhunu-beynini batıya satanlar olmuştur.
Ve…. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın tüm hatalarını tekrarlayarak “Yeni Osmanlı Devleti” olma yoluna girmiştir.
Bu yolda ilk adımlar Sünnî-Alevî ayrımı halinde başlamış; -çok şükür ki- tutmamıştır. Yaklaşık bir asırdır devam eden Kürtçülük ve Pontusçuluk çalışmaları da, kurgulayıcıları tarafından arzulanan seviyeye gelememiştir. Şimdi artık diğer alt kimlikler kışkırtılmaktadır.
Ancak, çalışmalar devam etmektedir. Bunun sonucudur ki, tarih boyunca hiçbir zaman milletleşememiş birkaç yüz bin veya milyonluk mahali topluluklar yapay kimliklerle Türkiye’den ayrılıp, -tıpkı Araplarda olduğu gibi- yapay devletçikler oluşturmaya teşvik edilmektedir. Kurulmak istenen bu devletlere biçilen roller emperyal devletlerin “rimland”ları (ileri karakolları/piyonları) olmak ve uluslararası sermayenin sömürüsünü kolaylaştırmak olacaktır. (Suriye, Irak, Ürdün, Mısır, Arabistan, gibi)
……
Yaklaşık üç aydır yazmakta olduğumuz etnik ayrımcılar ve arka planı yazı dizisinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Buraya kadar yazdıklarımızı kısaca özetlersek, Türkiye’de “etnik ayrımcılık” emperyal güç odaklarının ve kendini bilmez siyâsîlerin oyunlarından başka bir şey değildir.
Bununla beraber bu tür hareketlere katılan, iyi niyetli fakat basireti bağlanmış birçok insanlarımızın da bulunduğu bir gerçektir.
İşler kötüye gidince o kişiler kenarlara çekilecek, gariban, iyi niyetli, saf kardeşlerimizin başları yanacaktır.
Örnek mi istersiniz: Alın size FETÖ olayı.
Derecesi ne olursa olsun memur olup FETÖ’ye yakınlık duyanların hepsi yandı. ÜST DÜZEY FETÖ MENSUPLARI YURT DIŞINA KAÇTI; PARLAMENTODAKİLER BİR ŞEKİLDE SIYIRDILAR. BÜYÜK KISMI HALA SİYASETİN İÇERİSİNDELER.
Acaralı kardeşlerime gelince…..
Diyorsunuz ki: “Ben evimde Türk bayrağının yanına Gürcistan bayrağı da asarım. Evimde, iş yerimde, çarşıda, pazarda Gürcüce konuşurum. Kanunlara uyarım. Bu devletin bir parçasıyım.”
Diyorsun da…
Olayın görünmeyen 2 boyutu var.
Senin çocukların, torunların, sana “Bu ne bayrağı?” derlerse ne cevap vereceksin?
Çok muhtemeldir ki “Bizim eski devletimizin bayrağı” demen gerekecek.
Ardından çocuklar-torunlar sorunun devamını getirecek: “Baba (dede) bu haç ne? Biz eskiden Hıristiyan mı idik?”
İkinci üçüncü kuşak bu soruyu sorduğu anda, Fener Rum Patrikhanesi’nin tüm çalışmalarından farkın kalmadığını anlayacaksın.
Adamların yüzlerce yıldır yürüttükleri propagandanın etkisi ortaya çıkacak. Torunların, “BİZİM DİP DEDELERİMİZ Hıristiyanmış, Türkler bizi zorla Müslüman yapmışlar.” diyecekler. Ekleyecekler: “Biz Türk değil; devşirmeyiz.”
Onunla da kalmayacak…
Türk devleti, evlerinde HAÇLI BAYRAĞI ASANLARIN HEPSİNİ KAYIT ALTINA ALACAKTIR/ALMIŞTIR.
O kayıtlar devletin hafızasına girecek ve hiçbir zaman silinmeyecektir.
Bugün sizleri kışkırtıp kullanmaya çalışan ve tamamı yeni Osmanlıcı olan, bürokratlar, valiler, kaymakamlar, milletvekilleri, bakanlar var ya!
Bir gün gelecek, bu milletin sabrı taşacak ve reaksiyonlar artacaktır. O gün hepsi, cumhuriyetin sağladığı hukuk ortamında İBŞİR PAŞA’NIN AKIBETİNDEN kurtularak sessizce –refah içerisindeki- köşelerine çekilecek veya yurtdışına kaçacaklardır.
Olan saf ve masum insanlarımıza olacaktır.
“İbşir Paşa kimdir?” derseniz, kısaca anlatayım:
On yedinci yüzyılda Osmanlı Padişahı Deli İbrahim’dir. Boşnak asıllı Varvar Ali Paşa Sivas, İbşir Mustafa Paşa Konya Valisi’dir. İbşir Paşa’nın, Sivas’ta bulunan eşi Perihan Hanım’ın güzelliği saraya kadar ulaşmıştır. Padişah, Varvar Ali Paşa’dan, Perihan Hanım’ı saraya göndermesini ister.
Varvar Ali Paşa, “Bre ben pezevenk miyim? Bir müslüman ademin nikahlı avradını elinden alıp, padişah bile olsa bir başka herife nasıl veririm?” diyerek fermanı reddeder.
Paşa asi ilan edilip, yakalanması ve idamı için İbşir Mustafa Paşa görevlendirilir.
İbşir Paşa, Varvar Ali Paşa’yı yakalar; idam edileceği sırada, Varvar Ali Paşa tarihe geçen şu sözleri haykırır:
“Ulan, ben senin avradının ırzını korumak için isyan etmiştim. Senin gibi herifi benim üzerime musallat etmelerinin sebebi budur, bilmiyor musun? Beni Allah’ın emrine karşı çıkmayıp da namusunu koruduğum için mi katledeceksin pezevenk?”
İbşir Mustafa Paşa’nın cevabı, "Padişahın buyruğu her şeyden evladır." olur.
Sonuçta Varvar Ali Paşa katledilir. Başı saraya gönderilir.
İbşir Mustafa Paşa'ya ödül olarak Halep Valiliği verilmiştir. Eşinin akıbeti bilinmemektedir.
Bu olaydan sonra İbşir Paşa “DEYYUS-U EKBER” olarak anılmaya başlanır. Sadrazamlığa kadar yükselir. Sultan İbrahim’in hal edilmesinden yedi sene sonra kellesi alınır.
Diyeceğim o ki: Ey yeni Osmanlıcı bürokratlar-siyâsetçiler!
Yiyin için Atatürk’e ve Cumhuriyet’e dua edin. Osmanlı dönemi olsa iktidardan düştüğünüzde kelleleriniz gider; malınız mülkünüz hazineye irad kaydedilirdi.
Onların dolduruşları ile ne yaptığını bilmeden hareket eden KIPÇAK-ACARA kardeşlerimize gelince…
Birkaç Kartvel veya diğer azınlık(?) kökenli etki ajanlarının dolduruşlarıyla hareket etmeyiniz. Size bir şey olmasa bile, “torunlarınızın torunları”na, sizin yediğiniz yemeklerin faturasını ödemek düşecektir.
Fi tarihinde CHP’li bir dostum bana, “Sen damgalısın. Sende çocukların da bu damgayla yaşıyacaksınız” demişti.
Söz ettiği damga, başkalarının bana vurduğu “TÜRKÇÜ-Faşist” damgası idi.
Türkçülükten yana hiçbir şikayetim yok. Gönlümde yanan kor ateşten memnunum.
Ne demişti Fuzuli:
“Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabib,
Kılma derman kim helakım zehri dermanındadır.”
Ama devlet, birisinin damgalarsa.. O damgalar torunlarınızın bile alnına yansır.
Yani ki: SİZİN YEDİĞİNİZ HURMALAR; TORUNLARINIZIN BİR YERLERİNİ TIRMALAR.
Son söz:
BU YOL, YOL DEĞİL.
(Alın damgasının ne olduğunu bilenler bilmeyenlere anlatsın.)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.