Vizyon Kuyumcu

Hayal Ve Düş

Gündem 05.12.2025 - 08:46, Güncelleme: 05.12.2025 - 08:46
 

Hayal Ve Düş

Sevgili okuyucularım yazdığım bu uzun yazı gezi yazısı değildir, lütfen sonuna kadar okuyunuz.

Gençlik yıllarımda dağcılığa olan ilgim nedeniyle arkadaşlarla Zonguldak ile Karabük arasında olan bir dağa zorlu bir tırmanışa katıldık. Kalabalık bir grupla misafirhanede konakladıktan sonra sabah 05.00'te yola koyulduk. Dağ sarp değildi ancak rota, dağın eteğini dolanmayı gerektirdiği için toplamda 25 kilometrelik yorucu bir yürüyüşü kapsıyordu. Yaz sıcağında, akşam 21.00'e kadar sürecek bu günübirlik maraton, katılımcıların çoğunu zorlayacak nitelikteydi. Dağa çıkmak isteyen kişilerle yaptığım sohbetler, benim için onların iç dünyasına açılan birer pencere oldu. Kimilerinin bakışlarına sinen o belirgin tereddüt, tırmanışın meşakkatine dair korkularını ele veriyor; bu kişilerin yolu tamamlamakta zorlanacağını hissettiriyordu. Öte yanda ise zihnen çoktan yola çıkmış, zirve rüzgarını hayalinde hissedenler de vardı. Onların yüz hatlarına yerleşen o tatlı telaş ve merak, kelimelere dökülmeye gerek kalmaksızın her şeyi anlatıyordu Şafak söktü. Sabahın 04.30’unda yola koyulup, saat 05.00 sularında tırmanışa başlayacağımız dağın eteklerine vardık. Ekip liderimiz, kalabalığı ustaca yönetiyor; adeta bir trafik polisi edasıyla grupların durması gereken yerleri eliyle işaret ediyordu. Hemen yanı başında olduğum için elindeki listeye ben de göz atabiliyordum. Lider kalabalığa dönüp durumu özetledi: Listede 220 kişi görünmesine rağmen, tırmanmaya 181 kişi gelmişti. Gelmeyenleri 15 dakika kadar bekledik ancak ufukta kimse görünmüyordu. Anlaşılan o ki dağın heybeti ve yolun zorluğu, daha başlamadan bazılarının cesaretini kırmıştı. Biz de 'yolcu yolunda gerek' diyerek, geride kalanları beklemeden ilk adımı attık." Zirveye uzanan o çetin yolculuk nihayet başlamıştı. İlk saatlerde ekipteki neşe yerindeydi; her şey umut dolu görünüyordu. Biz yükseldikçe, aşağıda kalan dünya daha büyüleyici bir manzaraya bürünüyor, dağın etekleri ayaklarımızın altına seriliyordu. Başımı kaldırdığımda göğün maviliğinde süzülen bir kartal ilişti gözüme; kanatlarını açmış, adeta bu semaların ve dağların tek hakimi olduğunu haykırırcasına uçuyordu. Ancak saatler ilerleyip öğle vakti yaklaştıkça, güneşin kavurucu sıcağı kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Başlangıçtaki o tükenmez enerji, yerini yavaş yavaş yorgunluğa bırakıyordu. Henüz yolun yarısına tam varmamıştık ki, liderimiz dinlenmemiz için mola işaretini verdi. Mola sırasında liderimiz elindeki listeye göz attığında, beklemediği bir gerçekle yüzleşti, grubun ne denli eridiğini gözler önüne serdi. Yola 181 kişilik kalabalık bir ekiple çıkmıştık; fakat zirveye henüz varmadan saflarımız seyrelmiş, sayı 82'ye düşmüştü. Dağın acımasızlığı ve yolun zorluğu yüzünden  tam 99 kişi, tırmanışın yıpratıcılığı karşısında havlu atmış ve geri dönmüştü. Kısa bir soluklanmanın ardından yeniden yola koyulduk. Ancak öğleden sonra güneş tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüş, hava nefes almayı zorlaştıracak kadar ısınmıştı. Mataralarımızdaki sular tükenme noktasına gelirken, bedenlerimizdeki derman da çekiliyordu; herkes perişandı. Mecburen verilen ikinci molada, liderimiz elindeki listeye ve ardından yorgun yüzlerimize hayretle baktı. Bir kağıda, bir de bize bakışından durumun vahameti anlaşılıyordu: O kalabalık gruptan geriye sadece 32 kişi kalmıştı. Zorluklara göğüs gererek, yorgunluğa inat buraya kadar tırmanmayı başaran yol arkadaşlarımın yüzlerine baktım. Çehrelerine yerleşen o derin merakı okumak hiç de zor değildi; hepsi zihinlerinde zirveyi düşlüyordu. Akıllarından geçen soruları adeta duyar gibiydim: 'Zirve bizi nasıl karşılayacak? Ufuk oradan nasıl görünüyor?  Hangi bilinmedik çiçekler saklı o tepelerde?' Bizi adım adım yukarı taşıyan, dizlerimize derman olan güç, işte bilinmeyene duyduğumuz bu tutkulu meraktı. Molayı geride bırakıp zirveye doğru son tırmanışa geçtik. Artık hedefimiz gözle görülür mesafedeydi ve etrafımızdaki manzara büyüleyici bir hal almıştı. Aşağıda uzanan devasa otobanlar kıvrım kıvrım akan birer yılanı andırıyor, üzerindeki koca tırlar ise birer karınca kafilesi gibi görünüyordu. Bitki örtüsü, insan elinin değmediği o bakir güzelliğe bürünmüştü. Karşı dağların zirveleriyle artık aynı hizadaydım. Eteklerde süzülürken gördüğüm o kartal, şimdi devasa kanatlarıyla tam karşımdaydı; gözlerinin içindeki o vahşi ışıltıyı görebilecek kadar yakındım ona. Ancak bu büyü, göğü yırtan bir gürültüyle bozuldu. Yerdeki tavşanlara korku salan o mağrur avcı, gökyüzünde beliren iki çelik kanattan, jet uçaklarından bir tavşan ürkekliğiyle kaçıyordu. Eskiden görmek için başımı göğe kaldırdığım o jetler, şimdi bakış hizamda süzülüyordu. Gerçekten de yükseklerde, bulutların komşusuydum. Nihayet zirveye adım attığımda, beni bekleyen sadece eşsiz bir manzara değil, aynı zamanda manidar bir hakikatti. Etrafımdaki yüzlere baktığımda, onları dün geceki misafirhane sohbetlerinden anımsadım. O karanlık gecede gözlerinde açıklanmaz bir parıltı, bir merak kıvılcımı gördüğüm insanlar şimdi yanımdaydı. Anladım ki, o gece yüreklerine düşen o ışıltı, onları bu sarp yollardan geçirip zirveye taşıyan asıl güçtü. Manzarayı düşleyenler, doğanın gizemini merak edenler ve hayallerine sıkı sıkıya tutunanlar; yoldaki tüm engelleri iradeleriyle aşmıştı. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun, zirveye ulaşmanın o eşsiz hazzını tatmak, işte bu inançlı yüreklere nasip olmuştu. Bizi harekete geçiren tüm bu süreçler, hayal gücümüzün o bereketli toprağında filizleniyormuş. Değerli okuyucular, hayal etmek eylemin tohumudur. Ulaşmak istediğimiz yeri tasavvur etmek ve o merak duygusuyla yollara düşmek; hepsi kurduğumuz o ilk hayalin sonucudur." Hayalperestler, görünen dünyanın sınırlarına hapsolmayı reddeden, alışkanlıkların o güvenli limanını terk ederek hedeflerine doğru yola koyulan cesur ruhlardır. Onlar için hayal kurmak, sadece basit bir temenni değildir; bir şeyi tutkuyla istemek ve o isteği iradeyle harmanlayıp gerçeğe dönüştürme sanatıdır. Hayal etmek, aslında istemenin vücut bulmuş halidir; bu yüzden önce isteyin, sonra düşleyin. Bir şeyi hayal ettiğinizde, aslında ona dönüşmeye başlarsınız. Bütün benliğiniz o hayali gerçeğe dönüştürmek için seferber olur. Zihniniz ve bilinçaltınız, tıpkı gelişmiş bir navigasyon cihazı gibi çalışarak hedefinize giden en doğru rotayı çizer. Geriye tek bir adım kalır: Emek. Hedefiniz ne kadar net ve isteğiniz ne kadar güçlüyse, karşınıza çıkan engelleri aşmak o denli kolaylaşır. Unutmayın ki hayal, hayatın size sunduğu bir yolculuk bileti gibidir. O biletle sonuna kadar yürüyün; vardığınızda o bileti 'kullanıldı' diye yırtsınlar. Ancak hedefe varmadan vazgeçerseniz, o bileti kendi elinizle yırtmış olursunuz. İşte o zaman o kıymetli bilet, hayalden öteye geçemeyen değersiz bir kağıt parçasına dönüşür. Toprağın bağrına emanet edilen bir tohum, suyla buluştuğunda mutlak bir inançla güneşe uzanır. Kuluçkadaki bir canlı, o sert kabuğun ardında filizlenecek hayatı düşleyerek sabırla bekler yerinde. Sen de hayallerin uğruna aynı sabrı ve mücadeleyi göster. Şundan emin ol: Tıpkı kozasını yırtıp göğe kanat açan o rengarenk kelebek ya da kabuğunu kırıp dünyaya 'merhaba' diyen o mucizevi yavru gibi, senin de düşlerin bir gün mutlaka hakikate bürünecektir. Unutma ki insan, aldığı nefesle değil, kurduğu hayallerle yaşar. Zihnindeki o ince tasarımı, kalbinin tutkusuyla harmanla; zira akıl ve yürek ittifak ettiğinde, hiçbir zorluk önünde duramaz. Bu iki güç birleştiğinde, hayalinin temelleri atılmış demektir. Ancak en güzel rüyayı bile gerçeğe dönüştürmenin tek yolu, o tatlı uykudan uyanıp harekete geçmektir.
Sevgili okuyucularım yazdığım bu uzun yazı gezi yazısı değildir, lütfen sonuna kadar okuyunuz.

Gençlik yıllarımda dağcılığa olan ilgim nedeniyle arkadaşlarla Zonguldak ile Karabük arasında olan bir dağa zorlu bir tırmanışa katıldık. Kalabalık bir grupla misafirhanede konakladıktan sonra sabah 05.00'te yola koyulduk. Dağ sarp değildi ancak rota, dağın eteğini dolanmayı gerektirdiği için toplamda 25 kilometrelik yorucu bir yürüyüşü kapsıyordu. Yaz sıcağında, akşam 21.00'e kadar sürecek bu günübirlik maraton, katılımcıların çoğunu zorlayacak nitelikteydi.

Dağa çıkmak isteyen kişilerle yaptığım sohbetler, benim için onların iç dünyasına açılan birer pencere oldu. Kimilerinin bakışlarına sinen o belirgin tereddüt, tırmanışın meşakkatine dair korkularını ele veriyor; bu kişilerin yolu tamamlamakta zorlanacağını hissettiriyordu. Öte yanda ise zihnen çoktan yola çıkmış, zirve rüzgarını hayalinde hissedenler de vardı. Onların yüz hatlarına yerleşen o tatlı telaş ve merak, kelimelere dökülmeye gerek kalmaksızın her şeyi anlatıyordu

Şafak söktü. Sabahın 04.30’unda yola koyulup, saat 05.00 sularında tırmanışa başlayacağımız dağın eteklerine vardık. Ekip liderimiz, kalabalığı ustaca yönetiyor; adeta bir trafik polisi edasıyla grupların durması gereken yerleri eliyle işaret ediyordu. Hemen yanı başında olduğum için elindeki listeye ben de göz atabiliyordum. Lider kalabalığa dönüp durumu özetledi: Listede 220 kişi görünmesine rağmen, tırmanmaya 181 kişi gelmişti. Gelmeyenleri 15 dakika kadar bekledik ancak ufukta kimse görünmüyordu. Anlaşılan o ki dağın heybeti ve yolun zorluğu, daha başlamadan bazılarının cesaretini kırmıştı. Biz de 'yolcu yolunda gerek' diyerek, geride kalanları beklemeden ilk adımı attık."

Zirveye uzanan o çetin yolculuk nihayet başlamıştı. İlk saatlerde ekipteki neşe yerindeydi; her şey umut dolu görünüyordu. Biz yükseldikçe, aşağıda kalan dünya daha büyüleyici bir manzaraya bürünüyor, dağın etekleri ayaklarımızın altına seriliyordu. Başımı kaldırdığımda göğün maviliğinde süzülen bir kartal ilişti gözüme; kanatlarını açmış, adeta bu semaların ve dağların tek hakimi olduğunu haykırırcasına uçuyordu. Ancak saatler ilerleyip öğle vakti yaklaştıkça, güneşin kavurucu sıcağı kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Başlangıçtaki o tükenmez enerji, yerini yavaş yavaş yorgunluğa bırakıyordu. Henüz yolun yarısına tam varmamıştık ki, liderimiz dinlenmemiz için mola işaretini verdi.

Mola sırasında liderimiz elindeki listeye göz attığında, beklemediği bir gerçekle yüzleşti, grubun ne denli eridiğini gözler önüne serdi. Yola 181 kişilik kalabalık bir ekiple çıkmıştık; fakat zirveye henüz varmadan saflarımız seyrelmiş, sayı 82'ye düşmüştü. Dağın acımasızlığı ve yolun zorluğu yüzünden  tam 99 kişi, tırmanışın yıpratıcılığı karşısında havlu atmış ve geri dönmüştü.

Kısa bir soluklanmanın ardından yeniden yola koyulduk. Ancak öğleden sonra güneş tüm ağırlığıyla üzerimize çökmüş, hava nefes almayı zorlaştıracak kadar ısınmıştı. Mataralarımızdaki sular tükenme noktasına gelirken, bedenlerimizdeki derman da çekiliyordu; herkes perişandı. Mecburen verilen ikinci molada, liderimiz elindeki listeye ve ardından yorgun yüzlerimize hayretle baktı. Bir kağıda, bir de bize bakışından durumun vahameti anlaşılıyordu: O kalabalık gruptan geriye sadece 32 kişi kalmıştı.

Zorluklara göğüs gererek, yorgunluğa inat buraya kadar tırmanmayı başaran yol arkadaşlarımın yüzlerine baktım. Çehrelerine yerleşen o derin merakı okumak hiç de zor değildi; hepsi zihinlerinde zirveyi düşlüyordu. Akıllarından geçen soruları adeta duyar gibiydim: 'Zirve bizi nasıl karşılayacak?
Ufuk oradan nasıl görünüyor?  Hangi bilinmedik çiçekler saklı o tepelerde?'
Bizi adım adım yukarı taşıyan, dizlerimize derman olan güç, işte bilinmeyene duyduğumuz bu tutkulu meraktı.

Molayı geride bırakıp zirveye doğru son tırmanışa geçtik. Artık hedefimiz gözle görülür mesafedeydi ve etrafımızdaki manzara büyüleyici bir hal almıştı. Aşağıda uzanan devasa otobanlar kıvrım kıvrım akan birer yılanı andırıyor, üzerindeki koca tırlar ise birer karınca kafilesi gibi görünüyordu. Bitki örtüsü, insan elinin değmediği o bakir güzelliğe bürünmüştü. Karşı dağların zirveleriyle artık aynı hizadaydım. Eteklerde süzülürken gördüğüm o kartal, şimdi devasa kanatlarıyla tam karşımdaydı; gözlerinin içindeki o vahşi ışıltıyı görebilecek kadar yakındım ona. Ancak bu büyü, göğü yırtan bir gürültüyle bozuldu. Yerdeki tavşanlara korku salan o mağrur avcı, gökyüzünde beliren iki çelik kanattan, jet uçaklarından bir tavşan ürkekliğiyle kaçıyordu. Eskiden görmek için başımı göğe kaldırdığım o jetler, şimdi bakış hizamda süzülüyordu. Gerçekten de yükseklerde, bulutların komşusuydum.

Nihayet zirveye adım attığımda, beni bekleyen sadece eşsiz bir manzara değil, aynı zamanda manidar bir hakikatti. Etrafımdaki yüzlere baktığımda, onları dün geceki misafirhane sohbetlerinden anımsadım. O karanlık gecede gözlerinde açıklanmaz bir parıltı, bir merak kıvılcımı gördüğüm insanlar şimdi yanımdaydı. Anladım ki, o gece yüreklerine düşen o ışıltı, onları bu sarp yollardan geçirip zirveye taşıyan asıl güçtü. Manzarayı düşleyenler, doğanın gizemini merak edenler ve hayallerine sıkı sıkıya tutunanlar; yoldaki tüm engelleri iradeleriyle aşmıştı. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun, zirveye ulaşmanın o eşsiz hazzını tatmak, işte bu inançlı yüreklere nasip olmuştu. Bizi harekete geçiren tüm bu süreçler, hayal gücümüzün o bereketli toprağında filizleniyormuş.

Değerli okuyucular, hayal etmek eylemin tohumudur. Ulaşmak istediğimiz yeri tasavvur etmek ve o merak duygusuyla yollara düşmek; hepsi kurduğumuz o ilk hayalin sonucudur."

Hayalperestler, görünen dünyanın sınırlarına hapsolmayı reddeden, alışkanlıkların o güvenli limanını terk ederek hedeflerine doğru yola koyulan cesur ruhlardır. Onlar için hayal kurmak, sadece basit bir temenni değildir; bir şeyi tutkuyla istemek ve o isteği iradeyle harmanlayıp gerçeğe dönüştürme sanatıdır.

Hayal etmek, aslında istemenin vücut bulmuş halidir; bu yüzden önce isteyin, sonra düşleyin. Bir şeyi hayal ettiğinizde, aslında ona dönüşmeye başlarsınız. Bütün benliğiniz o hayali gerçeğe dönüştürmek için seferber olur. Zihniniz ve bilinçaltınız, tıpkı gelişmiş bir navigasyon cihazı gibi çalışarak hedefinize giden en doğru rotayı çizer. Geriye tek bir adım kalır: Emek. Hedefiniz ne kadar net ve isteğiniz ne kadar güçlüyse, karşınıza çıkan engelleri aşmak o denli kolaylaşır.

Unutmayın ki hayal, hayatın size sunduğu bir yolculuk bileti gibidir. O biletle sonuna kadar yürüyün; vardığınızda o bileti 'kullanıldı' diye yırtsınlar. Ancak hedefe varmadan vazgeçerseniz, o bileti kendi elinizle yırtmış olursunuz. İşte o zaman o kıymetli bilet, hayalden öteye geçemeyen değersiz bir kağıt parçasına dönüşür.

Toprağın bağrına emanet edilen bir tohum, suyla buluştuğunda mutlak bir inançla güneşe uzanır. Kuluçkadaki bir canlı, o sert kabuğun ardında filizlenecek hayatı düşleyerek sabırla bekler yerinde. Sen de hayallerin uğruna aynı sabrı ve mücadeleyi göster. Şundan emin ol: Tıpkı kozasını yırtıp göğe kanat açan o rengarenk kelebek ya da kabuğunu kırıp dünyaya 'merhaba' diyen o mucizevi yavru gibi, senin de düşlerin bir gün mutlaka hakikate bürünecektir.

Unutma ki insan, aldığı nefesle değil, kurduğu hayallerle yaşar. Zihnindeki o ince tasarımı, kalbinin tutkusuyla harmanla; zira akıl ve yürek ittifak ettiğinde, hiçbir zorluk önünde duramaz. Bu iki güç birleştiğinde, hayalinin temelleri atılmış demektir. Ancak en güzel rüyayı bile gerçeğe dönüştürmenin tek yolu, o tatlı uykudan uyanıp harekete geçmektir.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve samsunetikhaber3.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.